Eylül biter, zulüm başlar!
Yine başladı! Üşüyorum. Gün içinde nispeten durum daha iyi. Ama ya geceleri? Ellerim, ayaklarım buz gibi. “Kalorifer ne güne duruyor?” demeyin bana. Merkezi sistemde kaloriferlerin yanıp yanmayacağına ya bizzat yönetici ya da hiç de sakin olmayan apartman sakinlerinin çoğunluğu karar veriyor. Onlar da karar verirken üşüyenleri değil, cüzdanları dikkate alıyor. “Daha şimdiden kalorifer mi yakılır? Bizim zamanımızda yaşasanız ne yapacaktınız soba başında? Gençlerde de hiç dirayet yok canım! Parayı kolay kazanıyorsunuz galiba!” E amcacığım, üşüyorum ama!
“Kombili eve geç o zaman!” da diyebilirsiniz tabii. Ama henüz kara kış gelmeden koca kombiyi çalıştırmak, üstelik bunun bedelini tek başıma ödemek de benim işime gelmiyor. Hem neden durduk yere taşınayım şimdi?
Kısacası Eylül’ün bitişi, dertlerimin başlaması anlamına geliyor. Her yıl aynı şey! Gündüz güneşte ısınıp geceleri battaniyeye sarınmak, fincan fincan çay-kahve içmek, birileri insafa gelsin de kaloriferi yaksın diye beklemek, daha şimdiden kat kat giyinmek zor geliyor. Hele bütün yaz tişört keyfini yaşadıktan sonra, hırka giymek tam bir zulüm. Bari alıştıra alıştıra geçebilsek soğuğa. O da olmuyor.
Dayanamıyorum artık, bu hafta sonu gidip minik bir ısıtıcı alacağım. İşte o zaman ne soğuk, ne yönetici, ne de kinayeci amcalar kalacak!