Eylül’de gel
Ya da gelme… Ama yeter ki şu dedikodular bi bitsin: “Eylül’de tanıtılacak”, “Yoo tanıtılmayacak”, “Ekim’de belki…” “Tanıtılsa bile satışları 2015’te başlayacak”, “Görünüşü işte böyle olacak”, “Hayır asıl şöyle olacak”, “Fiyatı makul olacak”, “Hayır fiyatı cep yakacak”, “Adı iWatch değil, iBody olacak”, “Söylentilere göre adı iWrist olacak”, “Bence dışı seni içi beni yakacak”…
İnsanları oyalamanın bir bedeli tabii ki yok. Reklamın, pazarlamanın büyük bir parçası da bu… Hatta bizi ne kadar bekletsen o kadar meraklanırız. Gelir gelmez hemen gider alırız, yeter ki sen teknoloji marketinin raflarına diziliver… Çok tuzlu değilsen tadına bakmak isteriz sevgili iWatch.
Bana sadece saati söylemeyeceğini biliyorum. Ben de işte buna güveniyorum. Seninle telefonuma ve iPad’ime bağlanabilirim. Kalp ritmimi, adımlarımı sayabilirim. Kardiyo programımı hesaplayabilirim. Randevularımı ayarlayabilirim –kimseyi bekletmem. Müzik dinleyebilirim. Hava durumunu kontrol edebilirim. Başka neler yapabilirim bilmiyorum: Ekranın parmaklarımın altında kayıp gidecek mi ve –burası çok önemli- kaç inç olacak? Kadınlara ayrı, bize ayrı mı görüneceksin? Selfie çekebilecek misin? Teknolojiyle şımarmış bir neslin evladıyım; şüphelerimi Eylül’de giderebilecek misin?
Eylül’de olmasa da bir gün elbet geleceksin. Yeter ki gel ve benim giyilebilir, takılabilir, gezilebilir, kişiselleştirilebilir teknolojim ol.
Her zaman senin…