Zorluklara karşı dayanıklı olma sanatı: Resilience
Son yıllarda giderek artan terör olayları, savaşlar, özel ve iş yaşamımızda karşılaşılan zorlukların artması, hepimizin ruh sağlığını olumsuz etkiliyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre ruhsal hastalıklar, diğer hastalıklara göre çok daha hızla artış göstermeye başladı. Fakat insanlar karşılaştıkları zorluklara ve travmalara karşı farklı tepkiler gösteriyorlar. Kimileri depresyon, kaygı bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu yaşarken, bazıları travmalara karşı daha dirençli olabiliyorlar. Bilimsel çalışmalar, travmatik olayların insanların en çok yüzde 30’unda ruhsal ve fiziksel hastalıkların ortaya çıkmasına neden olduğunu ortaya koyuyor. Bu travma, doğal afet, kaza, boşanma, ölümcül hastalık, bir yakının ölümü ya da şiddet içeren davranışlar da olabilir. Yani, insanların büyük çoğunluğu travmalara karşı dirençli.
Peki siz zor ve sıkıntılı durumlarla baş edebiliyor musunuz? Olaylara kolayca uyum sağlayabiliyor musunuz? Bambu gibi sağlam köklerin üstünde esnek bir şekilde rüzgara göre şekil alabiliyor musunuz? Hayatın getirdiği yükler karşısında dağılmadan durabiliyor, yol karanlık göründüğünde bile inançla devam edebiliyor musunuz?
Bu sorulara yanıtlarınız “hayır” olabilir ama endişelenmeyin, cevapları “evet”e dönüştürmek bizim elimizde. Psikolojide “dayanıklılık” olarak açıklanabilen “resilience” kavramı gün geçtikçe yaygınlaşmaya başladı. Türkçe karşılığı tam bulunamadığından psikologlar resilience kelimesini daha çok kullanıyorlar ama “psikolojik dayanıklılık” terimini kullananlar da var.
Zihinsel, bedensel ve ruhsal olarak güçlü olmanın bir göstergesi resilience, “kriz zamanlarında toplumsal ve kişisel kaynakları kullanarak yönetmek ve bu durumu kişisel gelişim için bir fırsat olarak değerlendirmek” anlamında kullanılıyor ve işin iyi tarafı resilience öğrenilebiliyor. Elbette bazı insanlar doğuştan gelen özellikleriyle ya da yetiştiriliş tarzları nedeniyle zorluklara daha dayanıklı olabiliyorlar ama resilience özelliği gösteren insanların davranışlarını gözlemleyerek ne yapmak gerektiğini anlamak mümkün.
Yapılan çalışmalar “resilient” insanların uyum yeteneğinin gelişmiş olduğunu gösteriyor. Yani kişi davranış biçimini dış dünyanın koşullarına uygun hale getirebiliyor, yeni durumlara daha esnek tepki gösteriyor, yaşamını duruma uygun olarak tekrar gözden geçirip düzenleyebiliyor. Travmatik ve zor durumlar, var olan ön kabullerine uymuyorsa, yeni koşullara uygun olarak onları yenileyebiliyor.
Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse: ‘resilient’ kişi yaşadığı ayrılık, ağır hastalık, iş kaybı, derin hayal kırıklığı veya şiddeti ruhsal ve zihinsel olarak çalışmak zorunda kaldığında, hayatın anlamını bütünüyle sorgulamadan, yeni bir bakış açısı geliştirebiliyor.
Resilient olabilmek için ne yapmak gerek?
Psikiyatrist Dr. Alper Hasanoğlu yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor:
Uçuruma bakma cesareti gösterin. ‘Resilient’ insanlar travmatik bir yaşantıya bağlı bir acı yaşadıklarında, ondan kaçmaya çalışmazlar. Bir kriz evresinde olduklarını ve bunun esaslı bir değişimi beraberinde getirdiğini görür ve kabul ederler. Travmayı yaşayan mağdur, yaşananın kendisini değiştirdiğini kendine itiraf edebilir, duygularının bu travmaya maruz kalmadan önceki duygularından daha güçlü ve acı verici olduğunu kabul eder.
Doğru nedenleri bulun. Başımıza kötü bir şey geldiğinde, ilk sorumuz “Niçin?” olur. Beklenmedik ve sarsıcı bir olayla karşılaştığımızda, çoğunlukla kısa yollu açıklamalara baş vururuz. ‘Resilient’ olmayan insanlar olayı kişiselleştirirler, genelleştirirler ve felaketleştirirler. Bu düşünce biçimine sahip olan kişi yaşanan şeyin sorumlusunun kesinlikle kendisi olduğuna, durumun sürüp gideceğine ve değiştirilemez olduğuna ve hayatının diğer alanlarının da etkileneceğine inanır. ‘Resilient’ insansa gerçekçi ama daha iyimser bir açıklama yapar. Bu arada gerçekleri de görmezden gelmez. Olan bitende kendi payının ne olduğunu görmeye, anlamaya çalışır. Kendilik değerini korumak için otomatik olarak başkalarını suçlamaya başlamaz. Ama her şeyin kendi kontrolü dışında olduğundan da yakınıp durmaz.
Kendi etki gücünüze güvenin. Kendi etki gücü, kişinin amaçlarına kendi gücüyle ulaşabileceğine, durumlara kendi davranış ve tutumlarıyla etki edebileceğine inanmak olarak tanımlanabilir. Kendi etki gücüne inanan insan, engeller çıktığında da başarabileceği konusunda emin olan, hemen umutsuzluğa kapılmayan insandır. Hem dış dünyadaki şeyleri etkileyebileceğine hem de duygularını kontrol edebileceğine inanır. Olan bitene hakim olduğu ve kendine güvenebileceği düşüncesidir bu etki gücü.
İyi olanı görüp koruyun. Çok zor ve travmatik bir olay ile karşılaşanların aklına gelen ilk soru, “Bu durumu nasıl atlatabilirim?” olur. Buradaki tehlike, durumun hiç geçmeyeceği ve düzelmeyeceği, o kötü durumda sonsuza kadar kalınacağı duygu ve düşüncesine yakalanmaktır. Oysa sorulması gereken soru, “Benim elimde kalan nedir? Hayatımda hâlâ iyi olan ne var?” sorusudur.
Yaşanandaki anlamı bulun. Anlam kaybolursa ‘resilience’ da kaybolur. Bu nedenle çaresiz ve kaçınılmaz bir durumda kalan birinin hemen olmasa bile bir süre sonra yaşananda bir mana bulabilmesi çok önemlidir.